CLICK HERE FOR BLOGGER TEMPLATES AND MYSPACE LAYOUTS »

Cumartesi, Nisan 25

bff

geçen gün bff rengin ile fotoğraflarımıza bakarken aklıma geldi ilkokul 1, güldüm eğlendim.

liz teyze çocuk yuvasına giderdik biz. sonra ordan tüm sınıf birlikte kalkıp aynı okula yazıldık. aynı sınıftaydık yine. okulun ilk günü oturma düzeni belli oldun diye çikolata kura çekmiştik. yiğit vardı, hiç sevmezdim. onunla yanyana oturmamak için 3 gündür dua ediyordum, onu çektim tabi. sonra çocuklar annesi gitmesin diye avaz avaz ağlarken, ben makus talihime küfürüp ağlamıştım.
önümde kimi zaman arkadaş ayağı göt ayağı lafını doğrularcasına arkadaşlıktan farklı hisler beslediğim kutay vardı, onunla oturamadığıma çok mutsuz şekilde onunla oturma şansına erişmiş kıza nefret saçıyordum içimden. bizimle anaokulundan gelenlerden değildi. sarışın, yarım kadar bişeydi. meymenetsizdi.

daha sonra o meymenetsiz hiç ayrılmadığım, "en iyi arkadaşım", yanına oturduğum için günlerce terör estirdiğim yiğit ise en yakın arkadaşlarımdan biri oldu okuldan ayrılana kadar.

yuvadaki öğle saatlerinde yanyana yataklarımızda oynadığımız "ninja kaplumbağacılık"tan sonra ilkokulda da hayli ilginç oyunlarımız oldu. mesele şeyi hatırlıyorum, araba içinde gibi dolaşırdık ben, kutay, zeynep ve muthemelen rengin. çakmaktaşlardık çünkü. çakıl olmak için kıran kırana bi savaş olurdu, bunu da dönüşümlü çakıl olmakla çözmüştük herhalde, zira bazen dino da olduğumu hatırlıyorum.

şey vardı bi de, fasülyeler. kutayla -nasıl becerdim bilmiyorum ama- yanyana oturuyorduk bunu yaparken. fasülyelerimizi yere döküp bütün ders sıranın altında fantastik oyun alemlerine akıyorduk.

yiğitle arkadaş oluşumuzun ise değişik ve yiğit için bayağı sancılı bi süreç olduğunu söyleyebilirim. öncelikle bizim servise gelmesiyle başladı olay. benim onu serviste öldüresiye dövmemle devam etti. içimdeki amerikan askerini çıkardı herif resmen ya. hatırlıyorum, bi ara sabahları ben servise binmeden önce gidip en arka koltuğun altına saklanır, önüne de orada duran alet edevatı çekerdi onu yok sanayım diye. ama elbet bulur döverdim.

o günlere dair en acıklı hikaye ise "fosforlu cevriyem" adını taktığı fosforlu sarı montunun kapüşonunun yine bi dayak sırasında yırtılmasıdır. fosforlu cevriyem diye diye ağlamaya başlayınca korkup kaçmıştım yanından.

böyle bi boyz anılar geçidi yaşatansa bu meymenetsiz ufaklığın beni bırakıp lüksemburga gidecek olması oldu sanırım. olsun. yine gelir bize anahtarımı unuttum bahanesiyle, camdan aşağı insanların kafasına su dökeriz.

0 nihat doğan: